İlim Hikmet Vakfı - KAYSERİ
+90 352 231 80 92
info@ilimhikmet.org.tr
  • KOZAKLI KARDEŞLİK KAMPI 2020
  • AZEZ
  • Kasım 2019 çay saati
  • Şule Yüksel Şenler
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Çay Saati
  • İHV 13. Olağan Genel Kurulu Yapıldı
  • Murat Cahit Cıngı, Gençlere 100 Yıllık Değişim Sürecini Anlattı
  • Senai Demirci'den Kıssalarla Terapi Atölyesi
  • Kalem Düşünce Kulübü Panelinde Kuşak Farklılıkları Tartışıldı
  • İlim Hikmet Aile Kampı Yapıldı
  • İlim Hikmet Vakıf Bülteni 2. Sayısı Çıktı
  • AÖB Orta Öğretim Ara Dönem Kampı Yapıldı
ESMAÜL HUSNA
DÜŞÜNCE AKADEMİSİ
FOTOĞRAF GALERİSİ
ÖZGÜR KABE ATLAR ÜÇ MESCİD İÇİN KOŞTULAR

 Yeryüzünde Allah’ın ekin bitmez bir vadi diye isimlendirdiği İbrahim’in (as) İsmail (as) soyundan gelen ve Hz. Muhammed’e (sav) indirilen son dinin/vahyin merkezi olacak ve Ümmü'l-Kura (şehirlerin anası) unvanı ile taçlandırılacak Mekke’de imar emrini verdiği ve “beytim/evim” dediği mekânın adıdır Kâbe. "Beytü'l-Haram" ve "Beytü'l-Atik" isimlendirmeleri Sahibi tarafından yapılmış kıyam, güvenlik ve özgürlük yeridir. Tevhidin merkezi, namazın kıblegahı, sükûn duyulan mülkün adıdır. Rükû, secde, tavaf ve say makamıdır. Sahibinin cömertliğinin oluk oluk aktığı ve misafir olanların büyük bir huzur duyduğu mekânın adıdır. Yanına Hacer’ini ve İsmail’ini alan Tevhidin sembolü, put kıran İbrahim’in (as) hiçbir kavmin ve toplumunun yaşamadığı ıssız/sesiz, bir o kadar ürkütücü, etrafı dağlarla kuşatılmış bir vadi de konaklaması ve orada dünyanın gelmiş geçmiş en sade ve aynı zamanda en görkemli/ihtişamlı binasının yapılması emrinin yerine getirilmesi için Kudüs’ten yola çıkışının hikâyesidir beytin imarı. Kendisine verilen emri yerine getirdikten sonra kimsesizlerin Kimsesi olan Allah’a emanet bırakılan Hacer ve İsmail’in teslimiyet öyküsünün yaşandığı coğrafyanın adıdır. Kıyamete kadar akacak ve tadına doyulamayan, içtikçe içilen zemzem’in var olduğu sahranın adıdır. Bütün şirk unsurlarının reddedildiği, tertemiz ve fıtrat kodlarının hâkim olduğu Hanifliğin merkezidir. Adam olmanın, adanmışlığın, hasbiliğin toprağa tohum olarak ekilip Miladi 609 da meyveye durduğu ve 622 de tümden özgürleşip Tevhid erlerini bağrına bastığı evin adıdır Kâbe.

 

 

Kâbe; Mekke müşrikleri içinde son derece kutsal bir ev idi. Onu elde ettikleri tüm kazanımlarından daha fazla korumaya ve beyti ziyaret için gelenlere yedirme/içirme/barınma başta olmak üzere rahatlarını sağlatacak her türlü hizmeti sunmaya azami dikkat ederek bunu bir şeref payesi edinmişlerdi. Fil vakası; Habeşistan’ın Sana valisi Ebrehe’nin Kâbe sayesinde oluşmuş Mekke kazanımlarını kendi ülke/şehrine kanalize etmek için yaptırmış olduğu son derece şaşalı mabedinin kimse tarafından ilgi görmemesi neticesinde kutsal beyti yıkmak için çıkardığı ve fillerle desteklediği ordunun beytin sahibi tarafından perişan edilmesi hadisesine verilen addır. Bu olay Mekke toplumu nezdinde Kâbe’yi daha da kutsallaştırmıştır. Hz. Peygamber’in risalet öncesi dönemine ait “Kâbe hakemliği” hadisesi de yine Mekke toplumunun bu beyte ve onunla oluşan tüm hizmet/katkılara bakış açılarını göstermesi açısından önemli hadiselerdendir. Bütün bunlar kadar önemli olan bir hadise de Kâbe’nin yeniden tadilatını gündeme geldiği dönemde Velid b.Muğire’nin Mekke halkına yaptığı çağrıdır; "Ey Kureyş topluluğu! Beyt'in onarımı için herkes imkânı dâhilinde bağışta bulunsun. Fakat bağışlar faiz, kumar, fuhuş ve zorbalıkla elde edilen gelirlerden olmasın. Bu tür kazançlar Beyt'in onarım masrafına bulaştırılmasın. Bağışlarınızı hanımlarınızın mehirlerinden ve babalarınızdan kalan miraslardan yapın. Çünkü sizin kazançlarınız şaibelidir."

 

Allah Resulü risalet öncesi Tevhidin merkezi olan Kâbe’nin Müşrik Araplar tarafından adeta putperestliğin merkezi haline dönüştürülüşünün acısını, tefekkür merkezi haline getirdiği Hıra mağarasında düşünmekte, hem Beyt’in hem de toplumun kurtuluş arayışlarını sürdürmekteydi. O vahiy sonrası şekillenecek İmanın ne olduğunu, Kitabın ne olduğunu bilmiyordu. Tertemiz kalmış zihin ve yaşam dünyasında toplumun ahlaki çöküşünün temel nedeni olarak sapkın inançları olduğunu düşünüyor ve bir çıkış arıyordu kendisi gibi temiz kalmış çok az sayıda ki Haniflerle beraber. Çırılçıplak Kâbe tavafı yapan, namaz ve duaları birer ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibaret sayan, Allah’ın beytini kendisine ortak koştukları nesnelerin sembolleşmiş putları ile doldurup adeta bir rant kapısı haline dönüştüren erdem ve ahlak yoksunu bu insanların durumu, bu güzel insan başta olmak üzere İbrahim’i/İsmail’i gelenekten tevarüs ederek elde ettikleri çok az kazanımla hakikat arayıcılarını çok ama çok üzüyordu. Netice de beklenen nur doğmuş ve beklenen vahiy gelmişti. Kırk yaşına kadar çekilen kaygılar Yüce Yaratıcı tarafından en güzel görev ile görevlendirilerek tüm insanlığın yeniden doğuşunu ve kurtuluşunu sağlayacak bir ışığa dönüşüyordu. Önce zihinlerde ki putlar temizlenmeliydi. Fiziki putlar nasıl olsa temizlenirdi. O Putları kıran İbrahim’in torunu idi. Çağının panteonunda ki fiziki putları kırıp en büyüğünü bırakmak suretiyle baltayı onun boynuna asmış “diğerlerini de bu kırmıştır” sözüne karşılık, başta babası Azer olmak üzere bunun mümkün olamayacağını haykıranlara “kendisine bile fayda/zarar olmayan varlıklar nasıl İlah’ınız olabilir” diyerek zihinlerdeki putlara atıfta bulunmuştu. Allah Resulü de zihinlerde gerçekleştirdiği değişimi ve dönüşümü Mekke’nin fethiyle Kâbe’de ve diğer yerlerde oluşan fiziki putları devirerek misyonunu tamamlamıştır. Kâbe müminler için bir kıyam, özgürlük, toplanma ve güven yeri kılınmıştır.

 

Geçen haftalarda bir Umre seyahatimiz olmuştu. Arafat, Müzdelife, Mina ve Cemerât (Şeytan taşlama) yerlerini geziyorduk. Kalabalık bir gruptuk ve içimizde kutsal toprakları ilk defa ziyarete gelen insan sayısı fazlaydı. Dolayısıyla ilk defa Kâbe ile tanışmanın/kucaklaşmanın Allah Resulünün ve ashabının gezdiği topraklarda geziyor ve oraların havasını teneffüs ediyor olmanın verdiği heyecanın yüzlere yansıyan coşku/mutluluğu çok yüksekti. Burada kafilemizde bulunan ağabeyimiz grubun daha yüksek bilinç algısı oluşmasına katkı sağlayacak ve ümmet şuurunu perçinleyecek konuşma yapıyor, toplulukta pür dikkat dinliyordu. Konuşmasını “Allah bize en kısa zamanda özgür Mescidi Aksa da da hep birlikte buluşmayı ve namaz kılmayı nasip eder İnşallah, özgür Mescidi Haram ve Mescidi Nebi’de olduğu gibi” bir temenni ile bitirdi. Ben, onbeş kişinin bir araya geldiğinde Kâbe’de ve Otelde dahi olsa toplantı yapma ve sohbet etmemizin özel izne tabi olduğunu duyduğumun da etkisi ile Mescidi Haram ve Mescidi Nebi’nin özgürlükleri zihnime takıldı, beynimi kemirdi. Akşam otele döndüğümüzde de sözün sahibine “iyi takiyye yaptın, Kâbe özgür olsaydı zaten Mescidi Aksa esir olamazdı, dünya bu zillete ve zulme maruz kalamazdı” dedim.

 

Hicaz/Harem bölgesi zalim Suudi yönetimine bırakılamayacak kadar önemlidir. Katolik dünyanın Vatikan’ı kadar dahi özgür bırakılamayan bu bölge ve insanları esaret altındadır. Kâbe özgür olsaydı; Suriye, Arakan, Mısır, Afganistan, Irak, Çeçenistan, Orta Afrika, Tayland, Doğu Türkistan, Libya, Cezayir, Tunus ve ismini şu an sayamayacağım dünya coğrafyasının farklı yerlerinde zulüm olmaz ve mazlum insanların kanı akmazdı diye düşündüm. Ümmet kongresini burada yapar ve arzın herhangi bir yerinde yaşanan bir zulüm var ise oraya siyasi iradesini yansıtır diye geçirdim zihnimden. Ve nihai olarak Kâbe’nin öncelikle zalim Suud yöneticilerin elinden kurtulması gerektiğini düşündüm. Suudi hükümeti son yüzyıllarda Müslüman kanının ve gözyaşının akmasında hiçbir şekilde müdahil olmayıp seyirci rolünü üstlenmekte ve daha da acısı İslam düşmanı darbecileri meşrulaştırıp, müminleri terör örgütü olarak göstererek Siyonist ve emperyalist güçlerin çirkin/zalim emellerine su taşımaktadır.

 

Hac ve Umre toplumsal duruşu sergileyen çok önemli ibadetlerdir. İbadetin kendisi kadar vermek istediği mesajda bir o kadar önemli. Ümmet bilinci çerçevesinde bir araya geliş ve her müminin derdiyle dertlenildiği anlar. Tüm sınıf farklarının yok edildiği, farklı renklerin ve dillerin adeta tek renge ve dile dönüşerek, aynı alanda aynı hedefe yönelmiş, aynı duyguların dudaklara yansıyan yakarışları ve hareket bulan eylemleridir. Mahşeri yaşıyormuş gibi olma hali, tüm dünya ve içindekilerden soyutlanıp yaşarken kefene girme ve ölüm sonrasını tefekkür etme anıdır. Allah için yanma/yakarma/kul olma/secdeye kapanma/kurban olmadır. En güzel ev sahibinin rahmeti ve keremi ile ikramda bulunduğu, samimi duygularla oluşacak her anı bir ibadet bilinci ile kuşanarak sevap hanesini taçlandırdığı mekânlardır. “Yolumuzda durup çirkin amellerimizi güzel göstermeye çalışan” nefsin ve sembolleşmiş şeytanların taşlandığı, kovulduğu, değersizleştirildiği topraklardır. Dünya da en sevgili kıldıklarımızı, Allah yolunda adanmışlığın, kurban edilmişliğin, teslimiyetçiliğin yeridir.

 

Mekânlar ve mabetler tarihin yaşayan hafızalarıdır. Ferasetle baktığınızda size çok şeyler anlatırlar. Bundan dolayı olsa gerek ki, Kâbe’yi seyretmek bile ibadetten sayılmış. Geçmiş kavimlerin yaşadığı mekânları gezmemiz ve ibret almamız telkin edilir kadim kitabımızda. Geçmiş milletlerin yaşamlarından kesitler sunar mabetler, kitabeler, taş ve topraklar. Mimarisi açısından baktığımızda bir kübik (küp) şeklini çağrıştıran, süsleme sanatları dâhil olmak üzere üzerinde hiçbir şeyi taşımayan, ama bakıldığında heybeti karşısında duyguların gözyaşlarıyla tercümana dönüştüğü muhteşem yapı. Maalesef Zalim Suudi yöneticileri tarafından çepeçevre kuşatılan binalarla yıllardır mahzun bırakılmıştır. Tarihin hiçbir döneminde kendisinden yüksek binaların yapıl(a)madığı, ihtişamı çok uzaklardan dahi görüldüğünde kendisini izleyeni sarıp sarmaladığı, tüylerini diken diken ettiği bu kutsal beyt kuşatılmış ve daraltılmıştır. Seküler dünyanın sembol yapıtlarından “kral sarayı” yapılarak Ebu Kubeys tepesine, kitlesel vahyin ilk hatırası silinmiştir mekânın hafızalarından. Adeta kilise mimarisini andıran Zemzem tower’ından,  Kapitalist ve liberalist ideolojilerin sembol kurumları olan Hilton ve benzeri otellerle etrafı çepeçevre kuşatılarak esir edilmiş, mahzun bırakılmıştır Kutsal beyt. Hiç bitmeyen inşaat çalışmaları başta görüntü ve gürültü kirliliği oluşturmak suretiyle huzurunu ve sükûnetini bozmaktadır beytin misafirlerinin.

 

Hac ve Umre seyahatine çıkan her insanımıza görevliler şöyle telkinlerde bulunurlar; “Hac meşakkattir”. Amenna. Öyle de olması gerekir ki; İbadete başlarken bile hiçbir ibadet de yapmadığımız dua ile - “Rabbim bunu bana kolay kıl, bunu benden kabul buyur” - başlarız buradaki eylemlerimize. Kolay kılmasını isteriz âlemlerin ve beytin sahibi olan Rabbimizden tavaf’ımızı, say’imiz, ihram’ımızı, umremizi, Arafat’ta ve Mina’daki vakfe’mizi, şeytan taşlama’mızı, kurban’ımızı ve hacc’ımızı. Ama her ibadetin içi boşaltılmaya çalışıldığı gibi Hac ve Umre ibadetinin de içi boşaltılmaya asıl alınması gereken derslerin alınamamasına neden olmaktadırlar. Ben Arafat’ta mahşeri yaşadım diyen insan sadece ironi yapmıştır. Ümmetin zihinleri o kadar kirletildi ki ümmet olma bilincini dahi yitirdiğimizin farkına varamıyoruz. Arafat kayboluştur, çaresizliktir, arayıştır, açlıktır, susuzluktur, kalabalıklar içerisinde yaşanan yalnızlıktır, kendin olmaktır, kendi kendine kalmaktır, yanmaktır… Peki, yaşadıklarımız gerçekten böyle midir? Kirlenen zihinler adeta Arafat’ta dahi kendi ulus devlet reflekslerimizin birer yansıması gibi ülkelere parsellenmiş alanlarda sadece kendi ülke insanı ile çadırlarda bekleyiş. Ondan sonra toplu olarak otobüslere bindirilip Müzdelife ve Mina’ya hareket. Nerede diğer renk ve dillere sahip kardeşlerimizle bir olma, birlik olma? Nerede dertlerimizin/sevinçlerimizin ortak paylaşımı?

 

Evinden, yurdundan, yuvasından, doğduğu topraklardan “Rabbim Allah” dedikleri için sürgün edilen, mahzun kalplerin inandıkları Rableri tarafından Medine’de tarihin eşine benzerine şahit olamadığı kardeşlik destanı ve devlet ile şereflendirilen, büyük özlemin ruhları bunaltmasının, beyte duyulan büyük hasretin dillerle artık tercüme edilememesinden oluşan hasret ateşini söndürmek için başlayan yolculuk. Hudeybiye’de Beyte 20 Km. bir mesafede engelleniş, ölümüne biatin ashabı tarafından Resullerine verilişi, kabullenilmesi imkânsız şartlarla oluşan antlaşma ve hasretiyle yandıkları beyti göremeden geri dönüş. 450 Km. lik çok çileli yolculuğun çok kısa bir özetidir bu. Ama öyle bir geri dönüşün başlangıcı olacaktır ki bu hüzünlü ayrılış, özlemini duydukları beyt ve o topraklar, mahzun olmaktan yine kendi elleriyle kurtulacağının müjdesi ile. Evet, iki yıl sonra Mekke fethedilecek ve Kâbe özgürlük, kıyam ve güven merkezine dönüşecektir. Kıyamete kadar sürecek ve her çağın kendisinden mutlaka bir çıkarım sağlayacağı “Veda Hutbesi” ile Allah Resulü hayatında ki ilk ve son haccı gerçekleştirecektir. Tek kişi ile başladığı yolculuğa, nefislerde olanın değişiminin büyük nimetin tamamlanması olan Arabistan bölgesinin İslamlaşması ve yüzbinlere hitap edilen hutbe ile taçlandırılması.

 

Taşında, toprağında, harcında, her yerinde üç peygamberin elleriyle inşasını gerçekleştirdikleri ve günümüze kadar varlığını sürdürmüş Tevhid akidesinin sembol üç mescidi. Mescitlerin anası ve kıyamete kadar müminlerin kıblesi Kâbe (mescidi Haram), Kâbe’den sonra ilk inşa edilen ve bir dönem müminlere kıblegahlık yapmış Mescidi Aksa ve Tevhid akidesinin son dini olan İslam’ın gelişmesine ve tedrisine büyük katkı sağlamış Mescidi Nebi. Bunların üçü de mahzun, üçü de mazlum, üçü de tutsak. Bunların kurtuluşu ümmetin kurtuluşu, dünyanın kurtuluşu, insanlığın kurtuluşudur.

 

         Yüzyıllardır üzerimizde kurgulanan senaryoların bizleri ulus, mezhep, meşrep, hizip ayrımlarına tabi tutarak, Allah’ın (cc) kendisine iman etmemizle birlikte kardeş kıldığını ve bir binanın tuğlaları gibi bir birimize kenetlenmemizi istediği bu ümmet, bir birini boğma noktasından, zillet ve acziyetlerin her türlüsüne maruz kaldığı noktaya maalesef Kâbe’nin esareti ile gelmiştir. Dünyada iki milyara yakın müntesibi ile ikinci inanç grubu olan bu topluluk siyasal anlamda “keyfiyetsizliğin” acılarını yaşamakta, içi boşaltılmış “kemiyetler” birilerinin üzerimizde afyon muamelesi çekmek için kullandıkları argümana dönüşmektedir. Ümmetin/insanlığın ve diğer mescitlerin özgürlüğü, Kâbe’nin özgürlüğünden geçmektedir. Özgür Kâbe, Özgür dünya demektir.

MUSTAFA DOĞU