İlim Hikmet Vakfı - KAYSERİ
+90 352 231 80 92
info@ilimhikmet.org.tr
  • KOZAKLI KARDEŞLİK KAMPI 2020
  • AZEZ
  • Kasım 2019 çay saati
  • Şule Yüksel Şenler
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Çay Saati
  • İHV 13. Olağan Genel Kurulu Yapıldı
  • Murat Cahit Cıngı, Gençlere 100 Yıllık Değişim Sürecini Anlattı
  • Senai Demirci'den Kıssalarla Terapi Atölyesi
  • Kalem Düşünce Kulübü Panelinde Kuşak Farklılıkları Tartışıldı
  • İlim Hikmet Aile Kampı Yapıldı
  • İlim Hikmet Vakıf Bülteni 2. Sayısı Çıktı
  • AÖB Orta Öğretim Ara Dönem Kampı Yapıldı
ESMAÜL HUSNA
DÜŞÜNCE AKADEMİSİ
FOTOĞRAF GALERİSİ
SİZİN ÖRNEĞİNİZ (ROL MODELİNİZ) KİM?

 

“Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resul’ünde güzel bir örnek vardır. (AHZÂB / 21)

İnsanoğlu yaşamının değişik evrelerinde hayatının şekillenmesi açısından sürekli birilerini kendisine örnek alma çabasında olagelmiştir. Din dilinde “Usvetün Hasenetün (güzel örneklikler)” olarak geçen bu olgu, modern tabiriyle ”Rol model” veya “idol” olarak isimlendirilmektedir. Örnekleme modeli, insanın kişiliğinin ve karakterinin şekillenmesinde en az inançlar kadar etkin olmuş, olmaya da devam edecektir. Ahirette ise kişi sevdiğiyle (kendisine örnek aldığı) ile haşr olunacağından, dünyada ki örneklemesi çok daha önem arz etmektedir.

Örnekleme, fıtratın gereği olarak kahir ekseriyetle hemcinsler arasında ve ulaşılması mümkün karakterler tercih edilerek yapılır. Allah (CC) bundan dolayı insanlara Vahiylerini ulaştırma noktasında kendi aralarından erdem sahibi insanları Resul/Nebi olarak tercih etmiş ve bu sayede, iman edenlere güzel örneklikler teşkil ettirmesi sağlanmıştır.

“Andolsun size, içinizden(kendi nefislerinizden – sizin gibi bir beşer) sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.”(TEVBE / 128)

Bir gün Ashabı-ı Kiramdan Abdullah b. Yusr Yarete gelmiş, huzuruna girince titremeye başlamıştı. Bunu gören Peygamberimiz (s.a.s) o kişiye şöyle dedi: “Titreme! Ben kral değilim, Kureyş'den kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.”

Akli melekesini özgün iradesi ile kullanma yaşına gelene kadar genelde çocuklarda anne/baba bu örnek modelde en etken varlıklardır. Kalabalık aile yapılarında kardeşler veya nene/dede, bazen anne/baba ile aynı seviyede, çocuklar için örneklik teşkil edebilmektedir. Kişi akil/baliğ olup çevresinde cereyan eden hadiselerin ve inanç yapısının kendi dünyasında oluşturduğu etkiyle rol modellerini değişmeye başlar. Çoğu zaman bu, akraba/arkadaş çevresinden kendisini çok etkileyen biri, başarılı bir öğretmen, bir âlim, bir devrimci, bir sanatçı, bir sporcu veya bir siyaset adamı olabilmektedir.

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve 'içten sana yöneldik.' Dönüş sanadır." (MÜMTEHİNE / 4)

Kendilerine iman, iman esaslarından olan Peygamberler, tüm insanlık için örnek alınması en şiddetle tavsiye edilen kişilerdir. Zira her türlü eylem ve söylemi vahiy kontrolündedir. Peygamberlerin örneklendirilmesinde ki kıstas ise, -kendi çağdaşlarının dışındaki insanlar için- vahiy otokritiğidir. Rivayetlerin sıhhati ve makul/mantıklı olmasıdır. İndirgemeci ve yükseltmeci bir bakış açısı, “kendisinde güzel örnek”  tanımlamasının dışına çıkarmak olur. Bu mantık İSA (as) ı Tanrılaştırmış ve birçok peygamberi adeta insan olmaktan çıkarılıp melekleştirilmeye çalışılmıştır. Tersi bir yaklaşım ise, haşa peygamberleri birer postacı konumuna düşürmekten öteye gitmeyen sakat mantıkları doğurmuştur. Olması gereken Vahiy bütünlüğündeki tanımlamalardır. Peygamberlerin dostları, takipçileri, erdem sahibi muvahhitler, muttakiler, ilimde rusuh sahibi âlimler, şehitler… Güzel örneklik teşekkül edecek şahsiyetlerdir.

Hz. Ömer'(r.a)den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: 'Hristiyanların İsa hakkında Allah 'ın oğlu dedikleri gibi, beni övgüde, aşırı gitmeyin. Ben ancak Allah'ın kuluyum. Siz de benim hakkımda Allah'ın kulu ve elçisi deyin."

Buraya kadar aktarılanlar “güzel örneklemeler” için tercih edilecek tiplemelerdir. Peki kötünün/çirkinin örneklemesi kim veya kimlerdir? Bu sorunun cevabı ise tarih boyunca değişmemiş ve bundan sonrada kıyamete kadar değişmeyecek olan Şeytan ve şeytanlaşmış şahsiyetlerdir. İnsanın yaratılış şekline isyan ile başlayan başkaldırı, son saate kadar verilen mühletle devam edegelecek yoldan çıkarma eylemlerinin baş aktörü, rol modeli, idolü olma kararlılığının insana “yanlışlarının güzel gösterilerek” sunulmasıyla devam edegelmektedir.

“Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis’ in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.  (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (A’RAF / 11-12)

“Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (elçiler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acı bir azap vardır.”(NAHL / 63)

Kabil ile insan şekline bürünen tuğyan/başkaldırı/isyan geçmiş kavimlerin kıssalarında sembolleşmiş figürler olarak örneklendirilerek insana bunların rol model seçilmesiyle nasıl bir akıbet ile karşı karşıya kalacakları bildirilmiş ve bunların yolundan gidenlerin/gidecek olanların iflah olamayacakları belirtilerek uyarılmışlardır.

“İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (BAKARA / 171)

İnsanoğlunun hayatını/yaşamını anlamlı kılan inançları ve idealleridir. Öyle ya da böyle bir inanç sahibi olan insan yaşamına bir anlam katmakta ve bunun gereği söylem ve eylemlerle bunu süslemektedir. Amaçsız ve gayesiz bir yaşam insanı anlamsız bir varlık haline getirir. İnsanın inancı karakterinin şekillenmesinde en belirleyici temel unsurdur. Her yaratılan insan “İslam” fıtratı üzere yaratılır ve daha sonra kendisini etkileyen faktörler neticesinde ya bu fıtratı sürdürür veya fıtratın dışına çıkarak asi/bağy/günahkâr olur.

İnancın şekillendirdiği insan, hayatı sadece kendisi için yaşamaktan çok uzaktır. O paylaşımcıdır. Başkalarının derdi/problemi/neşesi/kederi kendisinin gibidir. Bir ayna gibi yansıtıcıdır. İyilikte önde koşan/teşvik edici, kötülüklerde kaçan/engelleyicidir. Sevdiğini, yaptıklarını, yapmaktan kaçındıklarını hep Allah’ın rızasını arayarak, ona ulaşmayı umarak gerçekleştirendir. Yaratılış gayesinin sadece Allah’a itaat/ibadet olan ve bu bilinçle aileden başlayıp suda oluşan dalgalar misali tüm insanlığı kapsayacak şekilde sorumluluk alanını geniş tutan Muttaki/Muhlis/Muhsin bir kuldur. Modern dünyanın belki de en utanç verici malzemelerinden olan güvenlik kameralarından değil, Allah tan korkandır. Kendisi O’nu görmese de, O’nun kendisini her lahza görüp/gözettiğini bilerek hareket edendir.

“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.” (BAKARA / 261)

“Müslümanların birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)

Tevhidi imanı reddederek azgınlaşan tüm karakterlerde ki ortak inanç; Ahiret hayatının inkârıdır. Yaşanan hayatın bir karşılığının olmayacağı inancı tuğyanda sınır tanımazlığı da beraberinde getirmektedir. Hayatın sadece ve sadece yaşanandan ibaret olduğu, dünyada yapıp/ettiklerinin bir karşılık bulmayacağı ön kabulü, İlahlık iddiası başta olmak üzere, hemcinslerine karşı her türlü tahakkümü kurmada alabildiğine zalimleşmektedirler.

“İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (BAKARA / 171)

Tevhit tarihi kendisinde çok güzel örneklerin bulunacağı şahsiyetlerle doludur. Başta Peygamberlerin tamamı iyinin/güzelin/erdemin/ahlakın/doğruluğun/adaletin/hak ve hukukun en sembol şahsiyetleridir.

Mukarrebûn ve Sâbikûn (önden gidenler) ve ilimde rusuh sahibi kimselerde yine erdem ve faziletleri ile anılan şahsiyetlerdir. Bunlara Firavun ’un her türlü tehdidine rağmen iman etmekte en ufak bir tereddüt dahi yaşamayan Sihirbazları, Ashabı-ı Uhdudu, Havarileri ve çok sayıda Sahabeyi sayabiliriz. Her dönemin “önde gidenleri/önderleri” kendilerinde çok güzel örneklerin bulunacağı rol modellerdir.

Başta İblis ve O’nun en sadık takipçileri, Firavun, Nemrut, Karun, Haman, Samiri, Ebrehe, Ebu Leheb, Ebu Cehil, As Bin Vail, Ümeyye Bin Halef, Abdullah Bin Übey Bin Selûl, Yezit, Haccac, Cengiz Han, vb. temsili şahsiyetler ise; Kötülüğün/ahlaksızlığın/zulmün/isyanın/tuğyanın/hukuksuzluğun sembolleşmiş timsalleridir. Bunlar her devirin ve çağın değişik isim ve unvanlarla zuhur eden temsilcileridir. Arif Nihat Asya Naat isimli şiirinde çok veciz bir dille dillendirmektedir;

“Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet

 Altın devrini yaşıyor…

 Diller, sayfalar, satırlar

 “Ebu Leheb öldü” diyorlar.

 Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed

 Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

İnsanoğlu sürekli bir ölümsüzlük/ebedilik arayışı içerisine girmiştir. İlk insanın Şeytan ile ilk imtihanı da bu kavram etrafında oluşmuştur. Şeytan, Adem ve eşine kendileri için Allah tarafından yasaklanan ağacın ebedilik ağacı olduğunu ve bunun meyvesinden yediklerinde ölümsüzlerden olacaklarını fısıldamıştır. Bu arayış tarih boyunca hiç bitmemiş, Lokman Hekimler ümit kaynağı olagelmiştir. Ölümü kabullenen birçok cari din ve inanç ise, ahiret hayatının varlığını reddettikleri için kendilerinin yeni yaşamlarının da yine bu dünya olacağını ve farklı bedenlerde yeniden dirileceklerine inanmışlar ve ölümsüzlük duygusunu böyle diri tutmuşlardır.

Buraya kadar anlatageldiklerimiz çerçevesinde herkesin kendisine sorması gereken soru; Ne ile / Nasıl anılmak istersiniz? Yani cenazelerde eskiden (şimdilerde bu gelenekte terkedildi – herhalde soruya verilecek cevaptan korkulur oldu ki-) mevta musalla taşına konulup namazı kılındıktan sonra imam efendi cemaate dönerek; “Mevtayı nasıl bilirdiniz?” sorusunu sorar. Cemaatin rahmet dilemesiyle sonuçlanan bu son görev, aslında yeniden diriliş gerçekleştiğinde “büyük/küçük hiçbir şeyin unutulmadığı” amel defterlerinin ellerimize tutuşturulacağı günün ön habercisi gibidir. Kimsenin kimseye faydasının olamayacağı, sadece ve sadece dünyada ki yaptıklarının karşılığını görebileceği büyük mahkeme de bu sorular çok önem arz edecek ve aslında kendi tarafından bilinen cevap kişiyi ürkütecektir.

Bir sala veriliyor… Bir yerlerde sular ısıtılıyor… Birileri kefen tedarik etmek için koşturuyor… Birileri mezar yeri aramakla meşgul… Tabutlar hazırlanıyor… Duyurular yapılıyor… Ağıtlar yakılıyor…

Acaba tüm bunların bizler için yapılıyormuş empatisini yapabildik mi? Geriye dönüp baktığımızda geçen zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, gelecek zamanın bilinmezliğini, ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu, ahiret hayatı diye bir hayatın var olduğunu daima gündemimizde tutabildik mi?Bu gerçeği, bilinçlerimize silinmesi imkânsız puntolarla kazıyarak tüm eylemlerimizin mihenk taşı yapabildik mi? Nasıl yaşar isek öyle öleceğimiz, nasıl ölürsek öyle dirileceğimizi, nasıl dirilirsek öyle haşrolunacağımızı, nasıl haşrolunursak ona göre mükâfat veya ceza ile karşılık bulacağımızı düşündük mü? Ve bunu mısralarına yürekleri sızlatacak şekilde aktaran şiirin üstadına bırakalım sözü;

Ticaretin tüm ziyan!" diye bir ses rüyada;

 Mezarına birlikte girecek şeyi kazan!

 Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada,

 Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan.

 

Minarede “ölü var” diye bir acı salâ...

Er kişi niyetine saf saf namaz... Ne âlâ!

Böyledir de; ölüme kimse inanmaz hâlâ!

Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:

Baş tarafı geniş, ayakucu dar…

Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,

Yarın kendileri dolduracaklar...

Necip Fazıl Kısakürek

MUSTAFA DOĞU