İlim Hikmet Vakfı - KAYSERİ
+90 352 231 80 92
info@ilimhikmet.org.tr
  • KOZAKLI KARDEŞLİK KAMPI 2020
  • AZEZ
  • Kasım 2019 çay saati
  • Şule Yüksel Şenler
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Anadolu Platformu Teşkilat Şurası
  • Çay Saati
  • İHV 13. Olağan Genel Kurulu Yapıldı
  • Murat Cahit Cıngı, Gençlere 100 Yıllık Değişim Sürecini Anlattı
  • Senai Demirci'den Kıssalarla Terapi Atölyesi
  • Kalem Düşünce Kulübü Panelinde Kuşak Farklılıkları Tartışıldı
  • İlim Hikmet Aile Kampı Yapıldı
  • İlim Hikmet Vakıf Bülteni 2. Sayısı Çıktı
  • AÖB Orta Öğretim Ara Dönem Kampı Yapıldı
ESMAÜL HUSNA
DÜŞÜNCE AKADEMİSİ
FOTOĞRAF GALERİSİ
DEĞER YARGILARI

 

Yaratılışı itibariyle insanoğlu yaratılmışların en şereflisi (Eşref-i Mahlûku) dir. Bu kazanımı elde etmesini sağlayan en önemli faktör ise; yaratılışında farklı kılınan kendi eylemlerini/kendi belirleme yetisi/cüzi irade (akıl) melekesidir. Bu meleke sayesinde diğer yaratılmışların tamamından farklı ve üstün kılınmıştır. Yine bu meleke ile, yeryüzünde “Halifelik” görevini ve almaktan tüm dağların ve taşların (dayanıklık ve güç sembolü açısından bu figürler kullanılmıştır) şiddetle kaçındığı “Emanet” i üzerine almıştır. Yine yaratılış şeklinden ötürü, Yaratıcı Allah’a karşı bilinen ilk isyanında gerekçesi olmuştur. Peki bu kazanım, her hâlükârda insanoğlunda (Âdem/adam) ila nihaye kalıcı mı? Yoksa değişken mi?

 

İnsanı kâinattaki diğer yaratılmışlardan farklı kılan akıl melekesi hayra yöneldiğinde kendisini “Şerefli”, şerre yöneldiğinde ise “Aşağılık” (Esfele Safilin) yapar. Allah (CC) insanı yarattığında ondan “öncelikle Kendisine (Yatıcısına) karşı hiçbir şeyi ortak koşmayacağını, fıtratında ki ahlaki güzelliği ve özü destekleyecek davranışları sergileyeceği, bütün kötülüklerden uzak duracağı, yeryüzünde adaleti ve iyiliği hâkim kılacağı, zulme ve haksızlığa başkaldıracağı… Sözünü (ahid/misak) almıştır. Bu hayatı boyunca ortaya koyacağı tüm davranışların şekillenmesinde göz önünde bulunduracağı yaşam felsefesidir.

 

Toplum; Bir arada yaşamayı tercih etmiş insanlardan oluşan sosyolojik bir olgu/vakıa dır. Toplumda insanları bir arada tutan en önemli özellik ise; Değer yargılarıdır. Peki değer yargılarını kim ve nasıl belirliyor. Hiç şüphesiz ki bunu belirleme hakkı tüm kâinatın tek yaratıcısı Allah (CC) dır. Bunu, yozlaşmaya yüz tutmuş toplumlara kendi aralarından seçtiği erdem ve fazilet timsali Resul/Nebilere bildirdiği vahiy yöntemi ile yapmaktadır. Yani ilk insana kelimelerin öğretilmesiyle ortak ahlaki değer ve erdemler, ortak kötülük ve çirkinlikler öğretilmiş, böylece iyi/kötü mücadelesinin temsilcileri ile bu değerler etrafında kümeleşmeler ve taraftar toplulukları oluşmuştur. Toplumun oluşumu birey ile başlar, aile, kabile, kavim, millet/devlet ve ümmet olarak gelişir ve büyür. Her birinin kendi içerisinde olması gereken değer yargıları mevcuttur. Bunlar sosyolojik bir tespit ile ayrı ayrı irdelenmesi gerekir.

 

İblis ve Âdem ile başlayan ve kıyamete kadar devam edegelecek olan Hak/Batıl mücadelesi, toplumlarda ki değer yargılarının nasıl lığını/niceliğini anlatmak noktasında Kur’an kıssalarında geçmiş kavim örneklemeleriyle anlatılmıştır. Değerlerde ki sapmanın temelinde ise Tevhit den uzaklaşma vardır. Kendilerine Resul/Nebi gönderilen tüm kavimlerin ortak özelliği, Yaratıcıya ortak koşmalarıdır. Bununla başlayan sapma, tüm ahlaki yozlaşmaları da beraberinde getirmektedir. Yaratılmışlar arasında oluşturulmaya çalışılan değişik kast sistemleri ile, despot yönetim/yöneticilerin oluşmasını, haklının değil güçlünün egemenliğini, ahlaksızlığı, zulmü, cinayetleri, ölçü ve tartı da hile yapmaları, hayasızlığı, haksızlığı, adaletsizliği, hırsızlığı, emanete riayetsizliği, ahde vefasızlığı ..vs tüm kötü hasletleri de beraberinde getirmektedir.

 

Toplumlarda ki değer yargılarında oluşan mücadele, uzlaşmacı bir kültür ile değil, köklü değişim ve dönüşüm ile olmuş ve olması istenmiştir. Uzlaşmacı tavır, karşı tarafın her türlü davranışını olumluma anlamına geleceğinden dolayı bu yöntem şiddetle reddedilmiştir. Her peygambere kendi kavimleri uzlaşmacı bakış açısıyla ortak değerler manzumesi oluşturma noktasında tekliflerde bulunmuşlar ve Peygamberlerin buna cevabı çok net bir şekilde “Hayır” olmuştur. Üzerinde uzlaşılacak tek değer Vahyin bildirdiği ve ortak aklın kabullendiği değerlerdir.

 

Refah seviyesinin yükseldiği toplumlarda büyük çoğunlukla ahlaki erdemlerin tam zıddı bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bunun çok sayıda örneğini hem kendi dünyamızdan, hem de geçmiş milletlerden vermemiz mümkündür. Zira insanoğlunun yeryüzünde ki en zor imtihanlarından biri; Mal/Mülk ile imtihan edilmesidir. Kuranı Kerimde geçen Mal ve can ile cihadı anlatan ayetlerin

 

tamamında mal candan önce zikredilmektedir. Bizim dillerimize de pelesenk olmuş deyimlerden “Mal canın yongasıdır” sözü de bunu en güzel tespit eden deyişlerdendir.

 

Peki; Günümüz aynasında bu değer yargıları nasıl yansımakta? Toplum hangi değer yargılarını kendisi için vazgeçilmez ve öncelikli hale getirmiştir? Bunları hangi kriterlere göre belirlemekte ve referansları ne olmaktadır? Yönetenler ve yönetilenler kimlerin rızasına ve hoşnutluğuna talipler? Bulundukları konumlarının kendilerine yüklediği sorumlulukların ne kadar bilincindeler? Bu sorumlulukların gereklerini yerine getirirken neleri dikkate almaktadırlar? Vs. vs.

 

Modernizm/Sekülerizm toplumlarda ki fıtri değer yargılarıyla mücadele etme ve onları değiştirme noktasında çok farklı eylem/söylemler kullanmaktadır. Bunu, insana yaptığı yanlış amelleri güzel gösterme becerisiyle taçlandırmakta ve böylece kişinin kendi dünyasında paranoya yaşamamasını sağlamaktadır. Öncelikle tahrifat, toplumların “kutsal değerleri” üzerinden yapılır. Toplu iletişim organları ile tartışma gündemleri oluşturulur. Siyaset/Ekonomi/Din ayağını oluşturan üç saç ayağı tamamlanarak toplumların dönüşümüne modellik edecek figürler piyasaya sürülür.

 

Batının kutsal olacak hiçbir değer yargısı olmadığı için onların değişimi ve dönüşümü çok daha kolay olmuştur. Kilise bir süre buna direnmek istemişse de, Laiklik söylemleri ile ekarte edilerek Kiliselerine hapsedilmişlerdir. Dini (değer yargılarını) bireylerin vicdanına hapsederek işi kökünden halletmişlerdir.! Hatta daha da ileri giderek, karşı çıkamadığı tüm olumsuz davranışlara taraf olmak ve onaylamak noktasına gelmiştir. Zaten tahrif edilmiş din, daha da tahrif edilerek yaşamın tüm alanlarından çıkarılarak, insanlar özgürleştirilmiştir.!

 

Değişim/dönüşümün çok zor olması gereken İslam coğrafyasına baktığımızda benzer senaryoların bu topraklarda da işlenmeye başladığını görmekteyiz. Toplum mühendislerinin bu topraklarda işini zorlaştıracak nokta; Tahrif etmek istedikleri dinin kıyamete kadar baki kalacak olmasıdır. Her dönemde bu değişim/dönüşüme başkaldıracak yiğitlerin olageleceği endişesidir. Dolayısıyla bu topraklarda işleri biraz daha zor olacaktı ve öyle de oldu. Ama onlar bütün zorluklara rağmen bu ideallerinden vazgeçmediler.

 

İslam coğrafyasında ki değişim, Allah’ın diğer yaratılmışlardan farklı kıldığı insanın, akıl melekesini ipotek altına alarak, farklılığı ortadan kaldırma girişimiyle başladı. Bu ilk yansımasını “Tevhidi İman” da problemler oluşturarak kendini gösterdi. Akılsız bırakılan insanlara din, birkaç şekilsel figür ile temsil ettirildi. Yüklenmekten kaçınmadığı Emanet de Allah(CC), yüzlerce ayetinde “Akletme”, “Tezekkür etme”, “Tefekkür etme” emir/tavsiyelerinde bulunmakta iken, birinci derecede muhatabı olduğumuz bu emir/tavsiyeler başkalarına ihale edilerek onların himmet ve şefaati ile kurtulacakları kolaycılığına kaçılmıştır. Ameli noktada ise, ibadetler ruhu özünden koparılmış şekilsel ritüellere dönüştürülmüştür. Yani, kıldığı namaz - kötülüklerden alıkoymayan, tuttuğu oruç – fakiri, yoksulu, yolda kalmışı dert etmeyen, verdiği zekat - kazancını faiz ve şüpheli şeylerden sakınmayan/temizlemeyen, İfa ettiği Hacc/Umre – ümmet olma bilincini kendisinde yaşatamayan… vs hale dönüşmüştür. Özetle İslam dini, insanın hayatında belirleyici/etkin bir yaşam dini olmaktan çıkarılıp, kalplerde/vicdanlarda hapsedilmiştir. Uzlaşmacı kültür sayesinde, eşcinsel hakları savunuculuğu – başörtüsü hakkı savunuculuğu “özgürlük” söylemi çerçevesine aynı kefede tartılmıştır.

 

Son yüzyıllar Müslümanların genelde tüm dünya da, özel de ise kendi yaşadıkları coğrafyalarda değil tez, antitez olma iddialarından bile vazgeçtikleri çağlardır. (İran hariç – İran’ın problemini ayrı bir yazı konusu yapmakta fayda var). Batının dayattığı yaşam/yönetim şekilleri İslam coğrafyasının birer kurtuluş reçetesi olarak kabul görmüş ve bu çok kutsal bir vazife telakkisine dönüştürülerek ulus devletlere bölünmüş İslam topraklarına ihraç edilmiş/edilmektedir. Batı, “Ilımlı İslam” projesi ile bu topraklara Siyasette Lutherci, Ekonomide Kalvinist, dini yaşamda protestan ahlakını benimsetmiş ve büyük çoğunluklarda kabul görmesini sağlamıştır. Ayrıca kendi

 

halkına benimsetmeye çalıştığı “İslamofobi” korkusunu, maalesef ve maalesef İslam coğrafyasında -birbirlerini kardeş kıldıkları- aynı dinin müntesipleri olduğu iddiasında bulunan çoğunluklara da benimsetmiştir.

 

Yazımızı Ali Şeriat inin DUA isimli kitabından seçtiğim dualarla bitirelim

 

“Allah’ım akidemi sorunlarımın elinden kurtar ve koru.

 

Rabbim! bana sorumluluktan kaçan inanç ucuzluğuna karşı dayanma gücü ver.

 

Ya Rabbi! beni sürekli bilgili ve uyanık ve bilgili kıl ki; bir kimseyi yada bir düşünceyi olumlu-olumsuz iyice tanımadan önce bir yargıya varmayayım.

 

Rabbim bana kavgacı ve inatçı bir takvayı öğret ki sorumluluğumun çokluğu arasında kaybolmayayım. Beni perhizkâr, münzevi takvadan koru ki tenhalık ve uzlet köşelerinde gizlenmeyeyim.

 

İlahi insanlara Adem'in topraktan yaratıldığını hatırlat ve deki: Her maddi belirti ancak Allah ile anlam kazanır ve her gaybi belirti de Ahiret ile. Ve eğer din ölümden önce kullanılmazsa bir işe yaramayacaktır. Ölümden sonra ise hiçbir işe yaramayacak ve kullanılmayacaktır.

 

Ey yaratıcı Rabbim!

 

Sen insanoğluna keremi bağışlamışsın, sen kendi özel emanetini insanoğlunun omuzlarına yüklemişsin. Sen bütün Peygamberlerini, kitabı öğretmek ve adaleti gerçekleştirmek için göndermişsin. Sen kendine Peygamberlerine ve iman eden insanlara izzeti bağışlamışsın. Sana ve Peygamberlerinin getirdiği mesaja inanıyoruz. Senden bilgi, uygarlık, adalet ve şeref istiyoruz. Bize bunları bağışla!

 

Ey gaybın bilicisi olan Allah'ım; Şu çağımızda sana gerçekten tapanlar yalnızca yeryüzü muıstazaflarıdır. Ey yüce rabbim sen tüm meleklerini Âdeme secde ettirensin. Şimdi insanoğlunun idarecilerin ayağına kapanarak secde toprağına yüz sürdüğünü görmüyor musun? Onları bu çağın putlarına -ki hepsini kendimiz yapmışız- tapıcılıktan, onlara kulluktan, kendi özgür kulluk ortamına çek ve kendilerine özgürlük bağışla.

 

Ey güçlü Rabbim! senin ayetlerine küfredenler senin peygamberlerini yalanlayıp haksız yere öldürenler, ve adalet eşitlik istemek için ayaklanan kullarını öldürenler hala yeryüzünde egemendirler. Müjdelediğin azabı onlara ulaştır.

 

Ey kadir olan Allah'ım!

 

Ailemize sorumluluk, halkımıza bilim, müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza kavrayış, kavramışlarımıza tutuculuk , kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref, ihtiyarlarımıza bilgi, gençlerimize soyluluk, öğretmen ve üstatlarımıza öğrencilerimize inanç, uyuyanlarımıza uyanıklık , uyanıklarımıza irade, tebliğlerimize gerçek, dindarlarımıza din, yazarlarımıza güvenirlik, sanatkarlarımıza dert, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, ümitsizlerimize ümit, zayıflarımıza güç, muhafazakarlarımıza hareket, ölümcül uykularda olanlarımıza hayat ve dirilik, körlerimize görme, suskunlarımıza feryat, Müslümanlarımıza Kur'an ve Sünnet, tüm mezheplerimize birlik, kıskançlarımıza şifa, egoistlerimize sabır, halkımıza kendini bilme, tüm uluslardan kurulu milletimize samimiyet, himmet, fedakarlık yeteneği, kurtuluşa layık oluş ve izzet bağışla. AMİN

MUSTAFA DOĞU