Herkesin yurdunu bir sevme yöntemi var. Kimileri onun bölüneceği kaygısıyla herkesi düşman yerine koyar. Kimileri ötekinin bölünme dediği olayı bütünleşmenin bir ifadesi sayar. Kimileri düşman diye gördüğü ötekini kendine benzetmeye çalışır. Kimileri ötekiyle birlikte yaşamanın yolunu arar. Birlikte yaşamanın yolu illa da onu kendine benzetmekten geçmez. Bilakis herkes kendi olarak kalarak birlikte yaşamanın yolu bulunmalıdır, der. Aslında, ister yurt sevgisi olsun, ister herhangi bir fikriyata bağlılık olsun, bu işin bir algoritması olduğu akıldan çıkartılmamalı. Bu ne demek? Sanırım şöyle bir tabloyu tahayyül etmek zor değildir. İnsanlar, belli bir fikriyata bağlılıklarını gösterirken, gün ve şartlar öyle bir gelişme sergiler ki, insan, bir anda, eskiden tuttuğu, benimsediği değerlerin dışına düşmüş gibi bir konumda bulabilir kendini. Veya başkaları onu alıştıkları konumun dışına düşmüş gibi görebilir. Bertrand Russell'ın benzetmesini ödünç alarak söylersek; bir tavuk, sahibinin her sabah kendisine yem atarak beslediğini görürken, o sabah boğazına bıçak sürttüğünü gördüğünde yaşadığı şaşkınlıktır, demek istediğim... Yurda veya bir fikriyata bağlılıkta da, böyle bir algoritma hali yaşanabilir. Algoritma şöyle tanımlanıyor: belirlenmiş kuralların ve işlemlerin adım adım uygulanmasıyla bir sorunun giderilmesi veya bir sonuca en hızlı biçimde ulaşılması işlemi, çözüm yolu, işlemler dizisi... Böylece sürecin işlediği esnada öyle uğraklardan geçilebilir ki, insan, bir anda kendisiyle ters düşmüş halde bulabilir kendini. Bunun tersi de mümkündür: muhatabını ters köşeye yatırma haliyle her an karşı karşıya kalabilir. Erk ordunun elindeyken ve ordu kendisini sivil irade üzerinde vesayet organı olarak görürken ona muhalefet etme durumuyla, orduyu vesayet organı olmaktan çıkartan bir sivil iradenin orduya karşı olan tavrı farklı olacaktır. Kesin kanaate ulaşabilmek için işlemler zincirinin ikmalini beklemek gerekiyor. Tolstoy'un Harp ve Sulh romanının kahramanı General Kutuzof'un repliğini hatırlamak yerinde olacaktır: "Sabır ve zaman" diyordu o. Evet ve daima: sabır ve zaman...